AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, TV100 ekranlarında yayınlanan Cengiz ile Ahtapot programına canlı bağlanarak, tıp öğrencisi Enes Kara'nın intiharı sonrası başlayan tartışmalara dair değerlendirmelerde bulundu.
Cengiz Semercioğlu ve Ertuğrul Özkök'un sorularını yanıtlayan Çelik, şu ifadelerini kullandı;
'Olayın bütün boyutlarını, çeşitli görüşlerin ne manada dillendirildiğini ifade etmek bakımından bir gayret olduğunu gördüm. Ve bu çok önemli çok kıymetli. Bu tabii hepimizin yası hepimizin üzüntüsü. Benim söylemeye çalıştığım şey şu; herhangi bir yer herhangi bir olay olduğunda topyekün dindar kesimin, ya da seküler kesimin, muhafakarların, solcuların ya da liberallerin bu şekilde bir takım etiketlerle insanlarının suçlanmasının sağlıklı bir toplum yapısı açısından doğru olmadığını düşünüyorum. Olayı kendisi içerisinde anlamak gerekiyor.
'Her kesimin birbirine karşı önyargısı var'
Bir takım ideolojik hesaplaşmalar, bloklar arasında, bir kavganın ürünü olarak bu çocukların hayatları, genç kızların hayatları, şiddete uğrayan kadınların hayatları konuşuluyor. Ama sonuçta bu çocukların, bu genç kadınların bıraktıkları mesajlara bakarsanız, onlar başka bir şey söylüyorlar. Kendi hayatlarına sahip çıkmak, medeni bir toplumda özgürce yaşamak istediklerini söylüyorlar. Aslında hepimizin bu mesajı alması gerekir. Bu mesajı almak yerine, bunu ideolojik kampların kavgasına çevirdiğinizde, burada, dindarları, muhafazakarları ya da sekülerleri suçladığınızda baştana aşağı yanlış tartışma olur. Bizim önce bu konuda demokratik üslubu yerleştirmemiz gerekiyor. Her kesimin birbirine karşı önyargısı var. Tartışma adabı önyargıların rehebilitasyonu gerektirir. Bu olaylar şu söyleniryorsa doğrudur; öğrenci evlerin yurtların denetimin tam olarak yapılması, sıkıntıya giren çocuklara üniversiteler tarafından psikoloji destek verilmesi gibi konular, siyasetin gündeminde ve bunu tartışanların gündeminde olacaktır...
Türkiye’de din eğitimi verilmesi laik devlet ilkesinin korunması gereğidir. Atatürk zamanından beri bizim Türkiye’de doğru din eğitimi vermemiz bizi DAEŞ gibi, El Kaide gibi birtakım insanlık düşmanı örgütlerin sosyolojik olarak yaygınlaşmasından korumuştur.
Birimiz bir diğerinin düşüncesinin samimi olup olmadığına karar vermeye başlarsa radikalizmin, yobazlığın, kindarlığın başladığı yer burasıdır, fanatikliğin başladığı yer burasıdır.
Siyasetçi olarak bizim din hakkında görüş belirtme yetkimiz yok. Biz ister dindar olsun-ister dindar olmasın herkesin hayatının özgürlüğünün ve bu hayata saygı duyulması gerektiğinin çizgisinde dururuz.
Bizim, kadın cinayetleri konusunda son derece tavizsiz bir tutumumuz var. Bir kadının kimliğine bakarak cinayet konusunda bir yerde tavır belirleniyorsa, artık orada hayat sona ermiş, insanlık yok olmuş demektir.
Bir ideolojik seçiciliğe gittiğinizde, o zaman laik devlet ilkesinin dışına çıkmış olursunuz. Devletin laik olması demek, kanunlar-kurallar çerçevesinde her dine ve her ideolojik görüşe eşit mesafede olması demektir.
Gerek kadın cinayetleri konusunda, gerekse diğer konularda sadece yasal düzenleme yetmiyor, medya dilinden farkındalığa kadar, kültürel projelere kadar pek çok şeyin yerine getirilmesi gerekiyor. Bu topyekun medeni toplum olmanın sorumluluğuyla ilgili bir şeydir.'