Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli partisinin grup toplantısında önemli açıklamalarda bulundu.
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli "Kudüs güvende değilse, Gazze güvende değilse, Halep güvende değilse, Kerkük güvende değilse, soydaşlarımız ve din kardeşlerimiz güvende değilse, altını çizerek belirtiyorum ki, Ankara’nın güvenliğinden hiçbir akıl ve vicdan sahibi bahsedemeyecektir." dedi.
Bahçeli, 'Gazze’de yaşanan felaketler bir insanlık suçudur. Kadim devlet aklımız ve irademizle devrede olmazsak, siyasi ve diplomatik temaslarımızı askeri caydırıcılıkla desteklemezsek, günü geldiğinde Gazze’deki dramların bir benzerine, Allah muhafaza ama, Anadolu’da da mahkum olmamız kaçınılmazdır.' ifadelerini kullandı.
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin konuşmasının o bölümü:
Muhterem Arkadaşlarım,
Merhum Namık Kemal hem şair hem de düşünür olarak 19’uncu yüzyılda jeopolitik kavrayış ve sezgisi güçlü bir vatan sevdalısıydı.
İstanbul’un güvenliğini Belgrat’ın güvenliğinde görüyordu.
Şayet Belgrat kaybedilirse mutlaka İstanbul’un işgal ve esarete uğrayacağından bahsetmişti.
Tarihi gelişmeler onu haklı çıkardı.
Belgrat’ın resmen elimizden kayıp gitmesine neden olan Berlin Antlaşması’ndan 42 yıl sonra İstanbul işgal edildi.
Günübirlik düşünmek, devlet aklını köreltmek, hamasetle günü kurtarmak, hadiselerin akışına göre politika değiştirmek herkesin dikkatini çekiyorum ki, bölgesel tehdit ve tehlikeleri eninde sonunda vatan topraklarına taşıyacaktır.
13 Kasım 2009 tarihinde Meclis Genel Kurulu’nda yapmış olduğum bir konuşmayla tarihe not düşmüş ve şu açıklamaları yapmıştım:
“Adı üstünde, jeo-politik, üzerinde yaşanılan coğrafyanın yöneticilerine yüklediği yönetim sorumluluğunu ve vizyonunu tanımlar.
Yüksek siyaset, kaynağını ve duruşunu coğrafyadan alır.
Her coğrafyanın doğal ve zorunlu bir politikası vardır.
Anadolu üzerinde yaşıyor olmanın da bir jeopolitiği vardır ve bin yıldır değişmemiştir.
Coğrafya aynı duruyorken (ki öyledir); on asırdır bu topraklardan yükselen politik dinamikleri değiştirirseniz, buradan hepinizi uyarıyorum ki coğrafyayı mutlaka kaybedersiniz.
Ve size başka başkentlerin jeopolitiğinden doğmuş yeni coğrafyalar dayatılırken, onun da politiğini öngöremezseniz ve anayurt politiği ile eklemleyemezseniz, ortaya kesinlikle dağılma ve yıkılış çıkacaktır.
Bugün karşımızdaki tehlike de budur.
Bu kaçınılmaz akıbeti değiştirecek bir tek olumlu örneğe tarih henüz şahitlik etmemiştir.
İnsanlığın geçmişi, tarihin çöplüğü bunu öngörememiş yöneticilerin ve devletlerin enkazı ile doludur.
Coğrafyamız tartışılırsa milletimiz; milletimiz tartışılırsa devletimiz; devletimiz tartışılarsa bayrağımız; bayrağımız tartışılırsa varlığımız ortadan kalkacaktır.
Bunlar ne fantezi bir düşünce, ne bir vehim, ne bir sendrom, ne bir paranoyadır.
Binlerce yıllık insanlık tarihinin, yüzlerce yıllık milletler mücadelesinin, millet olmanın inceliklerine nüfuz edebilmiş bir yüksek fikriyatın, derin duyuşun ve milli tarihe vakıf olmanın eseri ve sonucudur.
Bunlar benim şahsi fikrim değil, bin yıllık millet varlığının bu topraklarda tutunmak için, kanla, gözyaşıyla, çileyle bugüne aktardığı stratejik miras ve emanetlerdir.”
O günkü düşüncelerim aynısıyla böyleydi.
Hiç kimsenin tereddüdü olmasın ki, 14 yıl evvelinden ne söylemişsem arkasındayım ve altındaki imzama da sahip çıkacak ahlaki tutarlılığı sonuna kadar gösteririm.
Atını keçeyle nallayan ahmaklar bizim duruşumuzu elbet anlayamaz.
Böyle bir beklenti içinde olmadığımızı da paylaşmak isterim.
Devlet aklı günlük meşgaleyle değil önümüzdeki yüzyılı okuyan stratejik basiretle tezahür etmektedir.
Kısır çekişmelerin, bayağı ezberlerin, söz ve siyasi cepheleşmelerin devlet yönetimine yön vermesi diye bir şey olamaz.
Ufuk ötesindeki ufku görebildiğimiz sürece, tehlikelerin ardında yeşeren nevzuhur tehlikeleri tarih şuuruyla okuyabildiğimiz taktirde milli güç kaynaklarını ülkemizin ve milletimizin bekası için devamlı tetikte ve zinde tutabiliriz.
Milli Mücadele kahramanlarının askeri, siyasi ve diplomatik mücadelelerinin merkezinde Misak-ı Milli’nin zamanlar üstü hükümleri vardır.
Türk milletinin savunma hattının son sınırı Misak-ı Milli’yle çizilmiştir.
Bilinmelidir ki, Misak-ı Milli ihlal edilemez bir egemenlik beyanıdır ve zaman aşımına tabi değildir.
Vatanımızı korumak, devletimizi müdafaa etmek, milli varlığımızı savunmak Anadolu topraklarına saplanıp kalarak yapılamaz.
Eğer böyle olursa kademe kademe vatanımızı kaybederiz.
Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan bu şuur ve siyasetle ülkemize yönelmiş tehditleri kaynağında bertaraf etmek için muazzam bir mücadelenin içindedir ve kesinlikle yalnız değildir.
Kudüs güvende değilse, Gazze güvende değilse, Halep güvende değilse, Kerkük güvende değilse, soydaşlarımız ve din kardeşlerimiz güvende değilse, altını çizerek belirtiyorum ki, Ankara’nın güvenliğinden hiçbir akıl ve vicdan sahibi bahsedemeyecektir.
Bugün Gazze’de yaşanan felaketler bir insanlık suçudur.
Kadim devlet aklımız ve irademizle devrede olmazsak, siyasi ve diplomatik temaslarımızı askeri caydırıcılıkla desteklemezsek, günü geldiğinde Gazze’deki dramların bir benzerine, Allah muhafaza ama, Anadolu’da da mahkum olmamız kaçınılmazdır.
Bu düşüncemin muhatapları zeka özürlüsü işbirlikçiler değildir.
Bu düşüncemin muhatapları iç ihanet ve işgal cephesinde birleşen ciğeri beş para etmez soysuzlar hiç değildir.
21 Ekim 2023 akşamı sosyal medyadan yaptığım açıklamalar milletine, devletine, insanlık onuruna ve gelecek nesillere duymuş olduğum tartışılmaz sorumluluğun tanımı ve tavzihidir.
O günden bugüne destek mesajları kadar haksız eleştiriler de tarafımca takip edilmiştir.
Hatırlarsanız dediklerim şuydu:
“Milliyetçi Hareket Partisi olarak çağrımız şudur: Eğer bugünden itibaren 24 saat içinde ateşkes sağlanamazsa, saldırılar durmazsa, mazlumların üzerine bombalar bırakılmaya ısrarla devam ederse, milletimle açık açık paylaşıyorum ki, Türkiye süratle devreye girmeli, tarihi, insani ve inanç sorumluluğunun gereği her neyse yapmalıdır.
Gazze’yi koruma ve kollama misyonunu üstlenmek bize ecdadımızın mirasıdır.”
Bazıları şahsıma yönelik “önden siz buyurun” diye alaycı bir üslupla karalama kampanyasına alet oldular.
Hiç merak buyurmasınlar, bizim anlayış ve anılarımızda kimin arkadan geleceğine bakmadan önden gider şehit Önkuzular.
Devletim istesin, milletim destek versin, şartlar da öyle gerektirsin, şayet Gazze’deki çocuklara kol kanat germek, füzeye karşı sapan taşıyla insanlık mevziisine girmek için yola revan olmazsam namerdim.
Bu vatanın çocuklarını ateşe atmak istiyormuşuz.
Gazze’yi ecdad mirası olarak göremezmişiz.
Ne işimiz varmış Gazze’de.
İsrail-Filistin çatışması bizim meselemiz de değilmiş.
Bu ifade sahiplerinin hepsi birden vicdanen ve kalben yanmış ve küle dönmüş bir avuç çapulcudur.
Gazze’deki toplu katliamı ve soykırıma varan İsrail şiddetini idrak etmek için Filistinli olmaya gerek yoktur, birilerinin iddia ettiği gibi Arap olmaya gerek yoktur, hatta Müslüman olmaya da gerek yoktur, sadece insan olmak, insani değerleri savunmak kafidir.
Hastaneler bombalanıyor.
Okullar, camiler, kiliseler vuruluyor.
Ey vicdansız dünya, çocuklar Kelime-i Şehadet getirerek can veriyor.
Ey suskun insanlık, hayatta kalan Filistinli çocuklar sırayla kefenlenmiş cansız bedenler arasında anne ve babalarını ağlayarak arıyor ve araştırıyor.
Mazlumların ahı yüreklerimizi yakıyor.
ABD-İsrail işbirliğiyle hazırlanmış planlar Gazze’nin yutulmasına hizmet ediyor.
Gazzelilerin Sina Yarımadası’na, Batı Şeria’da yaşayanların da Ürdün’e sürülmesi için hazırlık yapılıyor.
Bugün Filistin, yarın tüm bölge ve nihayet Türkiye’nin kuşatılması amaçlanıyor.
Zulüm karşısında tarafsızlık namussuzluktur.
Biz çok şükür namussuz değiliz, tarafız, haklının, masumun, insan onurunun, tarih ve inanç bağlarımız olan kardeşlerimizin tarafıyız.
24 saat dolmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti insanlık nam ve hesabına, barış ve çözüm iklimini yeşertmek, garantörlük mekanizmasını kurmak adına her türlü müdahale ve mücadeleye hazır ve kararlı olmalıdır.
Bizde geri adım yoktur.
Birleşmiş Milletler etkisizdir.
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Refah Sınır Kapısı’nda boy göstermekten başka bir şey yapamamıştır.
İslam İşbirliği Teşkilatı’ndan umut yoktur.
“Gazze için Kahire Barış Zirvesi”nden bir sonuç çıkmamıştır.
İslam ülkeleri atıl ve aciz şekilde Gazze’nin bombalanmasını izlemektedir.
O halde Gazze’yi koruma ve kollama misyonu Türk milletinin üzerindedir.
Ya kalıcı barış ortamı sağlanarak iki devletli çözüm için taraflar masaya oturur ya da Gazze’nin imhasına Türkiye Cumhuriyeti her ihtimali dikkate alarak tepkisini üst düzeyde, en seri ve sert şekilde gösterir.
Bizim tavrımız, tutumumuz ve duruşumuz budur.
Gazze’ye gitmek gerekirse de, hiç kimse meraklanmasın, Mescid-i Aksa’nın manevi ihtişamıyla, Allah’ın inayetiyle aranılan ve beklenilen her yerde şafak sökmeden olmasını da gayet iyi biliriz.
Çocuklar ölmesin, bebekler ölmesin, kadınlar ölmesin, zalimler mahvolsun, caniler kahrolsun; huzur, barış ve istikrar derhal ve önşartsız çatışma bölgesine hakim olsun.
Bu duygu ve düşüncelerle sözlerime son verirken muhterem heyetinizi saygılarımla selamlıyor, başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi diliyorum.
Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun.